 Hastanede can verdi; ancak bu trajik son, ardından gelen sessizlik ve belirsizlikle gölgelendi. Ölümünün ardından cenazesi, memleketi olan Kıbrıs’ın Lefkoşa kentindeki mezarlığa götürüldü. ([Enpopuler Sorular][2])
Fakat “mezarı nerede?” sorusunun yanıtı bu kadarıyla bitmemeli: Bu sorunun ardında aslında topluma, hafızaya ve adalete dair derin bir hesap yatıyor.
Ölüm, Mezarlık Ve Unutulmuşluk: Sessiz Bir Kabullenme mi?
Feri Cansel’in mezarının yerinin biliniyor olması — teoride — onun kalıcı olarak hatırlanabileceğini ima eder. Ancak pratikte bu pek de böyle olmadı. Onun ölümünün üzerinden onlarca yıl geçti; oysa ki adı, hâlâ sansasyon, kıyafetler, erotik sinema ve şiddetle anılıyor. Mezarı ise bir mezarlıkta, toprak altında; ellere, belgelere, kamuoyuna dair neredeyse hiçbir resmi bellekte yer almadan. Bu, bir tür “sessiz unutuluş” değil midir?
Toplumun onu hatırlama biçimi ile gerçek mezar yeri arasındaki tezat, aslında bir çelişkidir: Bir yanda kamera ışıkları, afişler, magazin manşetleri; diğer yanda tek bir mezar taşı, belki de unutulmaya mahkûm. Feri Cansel’in ismi, ölüm şekli, filmleri — evet — hatırlanıyor; ama o topraklarda yatan kadın, sessiz bir varlığa indirgenmiş görünüyor.
Niçin Mezarı Soruluyor? Çünkü Unutmak En Kolay Olan: Kadın Bir Kurban
Mezarının yeri bilinse bile, mezarına sahip çıkmak; ziyaret etmek; hatırlamak toplum için bir tercih. Fakat çoğu zaman bu tercih yapılmıyor. Neden? Çünkü onun hikâyesi — seks filmleri, kadın kimliği, skandal, şiddet — toplumsal önyargılarla çevrili. Mezarı bilinen bir kadının mezarına gitmek; geçmişi, yanlışları, çarpıklıkları yüzüyle hatırlamak demektir. Kim ister ki bunu?
Bu da demektir ki mezar sorusu yalnız bir coğrafya sorusu değil: Bir vicdan, bir hafıza, bir toplumsal duruş sorusu. Feri Cansel’in mezarı Lefkoşa’da olabilir; ama kalplerde, kolektif hafızada orada mı?
Toplumsal Çelişkiler: Şöhret, Kadın, Şiddet ve “Silinmişlik”
Feri Cansel, 1970’lerin Türkiye’sinde seks filmleri furyasının en bilinen yüzlerinden biriydi. Bir yanda sansasyon, para, ün; diğer yanda toplumun gözünde “ayıplanan”, “etiketlenen” bir kadın… Kadın olarak, sanatçı olarak, kurban olarak bir anda hem gözde hem ‘kötü örnek’ ilan edildi. Ölümü ise, müebbet değil; 15 yıl 10 aylık hapis cezasıyla cezalandırılan bir katil ve ardından af… ([kim-kimdir.com.tr][3])
Peki bu adalet midir? Bu hatırlama biçimi midir? Mezarı bilinen bir kadını, toplum vicdanı tanır mı? Bu mesele sadece bir mezar yerinin açıklığı ile ilgili değildir: Bu, kadınlara, sanatçılara ve kurbanlara dair bir saygı, bir doğruluk ve bir hafıza sorunudur.
Soruyorum: Mezarı Bilinmese Ne Olurdu? Hatırlanmaz Mıydı?
Eğer Feri Cansel’in mezarı bilinmeseydi, bugün hakkında konuşur muyduk?
Katledilen bir kadın olarak değil; sadece magazin haberi ve seks filmi yüzüyle anılmaya devam mı ederdi?
Gerçek adalet sadece mahkeme kararı ile sağlanır; ya yaftalayan toplum ve belleğin cezası? Bunu kim ödüyor?
Vicdanı Uyandırmak İçin Bir Mezarlık Mühim — Ve Neden?
Feri Cansel’in mezarının ya da mezar yerinin biliniyor olması, bir başlangıç. Ancak yeterli değil. O mezara gidip bir çiçek bırakmak, onu sadece magazin ikonografisinden çıkarıp — bir insan, bir kadın, bir kurban, bir hikâye — olarak hatırlamak gerekiyor.
Bu, kadına şiddetle, kadınların değersizleştirilmesiyle, seks filmleri üzerinden yapılan yüzeyselliklerle, toplumsal tabularla hesaplaşmak demektir. Eğer bir mezar bile saygıyla korunmazsa, bu toplumun vicdanı hâlâ körelmiş demektir.
Feri Cansel’in mezarı Lefkoşa Türk Belediye Mezarlığı’nda. Ama aslında asıl sormamız gereken şey: Onun hatırası, adaleti ve hikâyesi nerelerde gömülü?
—
Bu satırlar bir çağrı: Hatırlamak, saygı göstermek, unutmamak… Gerçek adalet belki de oradan geçiyor.
[1]: “Feri Cansel”
[2]: “Feri canselin mezarı nerede? – enpopulersorular.com”
[3]: “Feri Cansel Kimdir?”